20130331

.Sebep

77 model siyah bir Ford Bronco'su var. Araba dökülmek üzere. Fakat onu her gün otoyolda turlarken görebilirsin. Yolda ölmüş hayvanları toplayıp evine götürüyor. Tanrı bilir ya , kim bilir onlarla ne yapıyor. Onları yediğini iddia edenler var. Hatta görenler olmuş , fakat neye inanacağımı inanın bilmiyorum. Sadece avlanmaya meraklı olduğunu biliyorum. Arada karşılaştığımız oluyor. Suratını bir görsen , neden çok fazla insan içine çıkmadığını anlayabilirsin. Çenesinden sağ gözünün altına kadar derin bir yarası var. Ayrıca alnındaki o garip leke. Yanık izine benziyor. Fakat siyaha yakın bir rengi var. Bir de o uzun sakalları, neredeyse dizlerine değecek. Fakat doğruyu söylemek gerekirse , kimseye bir zararı olmadı. Kötü talihi , görünüşü ile başlamış olsa gerek. Bilemiyorum. Bu suçu onun işlemiş olma ihtimali var mı diye sorarsanız , kesin bir cevabım yok. Yani , görünüşü ve asosyal tavırları yüzünden onu yargılamak yanlış olacaktır. Fakat o görünüş,  insanda her şeyi yapabilecek bir izlenim de bırakmıyor değil. Fakat kapıyı çalmadan bunu öğrenemeyeceğiz değil mi ?

( Kapı çalar )
- Kim o ?
- Ben komiser Kaya , kapıyı açabilir misiniz?
- Açıyorum.

( Kapı aralanır )
- İyi akşamlar , ben komiser Kaya.
- Buyurun?
- Bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor. Yaşanan bir cinayetle alakalı olarak şüpheli konumundasınız.
- Şüpheli derken?
- Cinayet yerinde arabanızı gördüğünü söyleyen bir tanığımız var.
- Benim külüstürden mi bahsediyorsunuz?
- Adı her neyse , karakola gelmeniz gerekiyor. Zorluk çıkartmazsanız sevinirim.
- Peki , ceketimi alıp geleyim.
- Bekliyoruz.

Kolay olmasına kolay oldu, fakat suçlu olduğunu var saydığımız birinin itiraz etmeden ve sorun çıkarmadan gelmeyi kabul etmesi de düşündürücü. Neyse , görgü tanığını karakola çağırın da şu işin detaylarını bir konuşalım.

- Ben hazırım , gidebiliriz.

Arabaya binip yola koyulduk. Arada bir dikiz aynasından ona bakıyordum. Doğruyu söylemek gerekirse , yüzündeki onca yara ve karmaşaya rağmen gözlerindeki o sakin bakış insanı daha da ürkütüyordu. Hiç bir şey söylemeden öylece dışarıya bakıyordu. Bir ara heyecanlandı , kafasını arka cama çevirip bir süre yola baktı.

- Ne oldu , bir şey mi gördün?
- Yoldaki ölü tilkiyi görmediniz mi ?

Bir kaç saniyeliğine yüzü düştü fakat sonra o sakin haline geri döndü. Aklımdan, ölü hayvanları toplayıp ne yaptığını sormak geçse de bunu yapmadım. Sadece bu yollarda ne kadar da çok hayvan ölüyor değil mi dedim ama cevap vermedi. Bir süre daha ilerledikten sonra karakola vardık. Görgü tanığı bizden önce gelmiş , odada oturuyordu. İçeri girdiğimizde adamı görünce birden irkildi. Şüpheli görgü tanığına doğru dönüp ;

- Merhaba
- Mm.. mm.. Merhaba.
- Korkma.

Herkes oturduktan sonra konuşmaya başladık. Görgü tanığına camdan bakıp , arabanın bu olup olmadığını bir daha düşünmesini söyledim. Camdan baktı , sonra bana dönüp kafasını salladı. Tekrar emin misiniz diye sordum , onayladı. Arabanın içindeki adamı görüp görmediğini sordum , benziyordu diye cevap verdi. Ne kadar diye sordum , oldukça dedi. Görgü tanığına dışarıda beklemesini söyledikten sonra , sanıkla konuşmaya başladım.

- Ne diyorsun?
- Ne demem gerekiyor?
- Dün gece , saat 11 ile 12 arasında neredeydin?
- Cinayet Rüzgarlı Caddesinde mi işlendi?
- Evet.
- O zaman, oradaymışım.
- Yani cinayeti işlediğini kabul mü ediyorsun?
- Evet , şaşırdınız mı ?
- Bilemiyorum , fakat bu kadar sakin olman normal mi ?
- Beni gerçekten normal mi görüyorsun?
- Ne demek istiyorsun?
- Bana nasıl baktığınızı görüyorum.
- Ne demek istiyorsun?
- Saat kaç?

Saate bakıp 8 dedim. Bir daha bakmamı söyledi. Kafamı tekrar saate çevirdiğimde saatin 12 olduğunu gördüm.

- Fakat nasıl olur? Bir kaç saniye önce 8'di.
- Ailen var mı ? Çocukların ? Hatta komşuların?
- Evet ama ne ilgisi var ?
- Bana isimlerini söyle.
- İsimleri... şey.. isimleri... nasıl hatırlamam?
- Canı sıkılınca böyle oluyor.
- Kimin canı sıkılınca?
- Levin.
- Levin de kim be adam!
- Benim.

Kapıya doğru koştum. Kapıyı açıp kendimi koridora atacaktım ki , birden kendimi bom boş bir arazinin ortasında buldum. Tökezleyip yere düştüm. Etrafıma bakındım. Hiç bir şey yoktu. Ne bir dağ , ne bir tepe. Dümdüz , yemyeşil çimenlerle kaplı bir düzlük. Sanki sonsuza kadar uzanıyordu. Herkes ortadan kaybolmuştu. Ayağa kalkıp ne oluyor diye bağırmaya başladım. Biri omzuma dokundu. Bağırdım ;

- Sen! Ne yaptın bana? Neredeyim ben?
- Doğduğumuz yerdeyiz.
- Nasıl yani ?
- Hala anlamadın değil mi?
- Hayır! Neyi anlamam gerekiyor.
- Biri bizi yazıyor.
- Yazıyor mu?
- Evet yazıyor.
- Mümkün değil , yani ben, benim. Düşüncelerim var. Konuşuyorum ya işte.

( aynı anda )
- Dikiş Makinesi!
- Biz biraz önce dikiş makinesi mi dedik?
- Evet.
- Hayır bu doğru olamaz!

( yine aynı anda )
-  Vidanjör!

Yine yaptı diye düşündüm. Artık düşünmek zorundaydım. Nedenini bilmiyorum. Aslında biliyorum. Çünkü zaten bunu da ben yazıyorum. Peki ama neden? diye sordum kendime.

- Hep bir sebep arıyoruz.
- Doğrusu da bu değil mi ?
- Bilemiyorum. Değil gibi geliyor.
- İnsan durduk yere katil olabilir mi?
- Olamaz mı?
- Durup dururken ağlayabilir mi?
- Bunu yazarken ağlıyoruz ya...
- Doğru. Fakat bir sebebi vardır mutlaka.
- Sebep neyi değiştirecek?
- Belki sorunu bulmamıza yardımcı olur ve değiştiririz?
- Teoride doğru , fakat hepimiz bunu yapamayacağımı biliyoruz?
- Neden?
- Bak , yine sordun.
- Hep aynı yere dönüyoruz değil mi?
- Aynen öyle.
- Peki neden hala yazıyorsun?
- Zaman zaman dertleşmek fena olmuyor.
- Bunu insanlarla yapsan?
- Onlar tanrılarını bile nedenlerden yaratıyor.
- Haklısın.
- Sen de...

20130327

.Edgar'la konuşmak

Neden hala sadece bakıyorsun?

Her şey sona erdi. Şehirler yıkıldı. Arabalar gökyüzünde asılı kaldı. Kuşlar için çok uygun fakat kuşlar da yok artık. Mazgallardan kırmızı bir duman yükseliyor. Ne olduğunu bilmiyorum. Dün deniz kenarına indim. Daha doğrusu , deniz olması gereken yere gittim ama yoktu. Sular ne çabuk çekildi. Sokaklar yerinde duruyor , en azından oralarda eskiden bir sokak olduğunu anlayabiliyorsun. Fakat ilginç bir şekilde ara ara bir sürü buz kalıbı var. Düzgün , köşeli ve devasa buz kalıpları. Gökyüzü hala aynı. Değişmeyen tek şey bu oldu. Bu kadar şeyin üzerine , tüm kıyamet senaryolarında olduğu gibi kararır diye düşünmüştüm fakat olmadı. Aksine bulutları bile çok nadir görüyorum. Piller de çalışmıyor olsa gerek ki, hiç bir saat zamanı saymıyor artık. Şehirdeki tüm saatçileri dolaştım , yani geriye ne kaldıysa işte. Çalışmıyorlar. Arada bir kedileri görür gibi oluyorum fakat bir şekilde yeniden kayboluyorlar. Eskiden gittiğimiz parkı hatırlıyor musun? Hastanenin hemen yanında , belediye binasının karşısındaki. Orada artık bir kaya parçası büyüyor. Başlarda gökyüzünden düşmüş bir taş olduğunu düşünürdüm. Fakat zamanla çok büyüdü. Hatta o kadar büyüdü ki , üzerine tırmanıp bakmak istersen çok uzakları görebiliyorsun. Ama uzaklar da aynı artık.

Bugün günlerden cumartesi. Daha doğrusu , tüm bunlar başladığında cumartesiydi. O günden beri , kara bir cumartesini yaşıyorum. Mutlu olduğum anlar da olmuyor değil. Zira hep hayalini kurduğum bir şeydi , herkesin bir anda kaybolması. Hah , bu arada çiçekler artık renkli değil. Artık tüm yapraklar şeffaf. Fakat formlarını hala hissedebiliyorsun. Değişik bir duygu. Rüzgar da ben merkezli esiyor artık. Ne yöne dönersem döneyim hep yüzüme doğru vuruyor. İnsanın ağzında bir bahar tadı bırakıyor. Zira aynen bir bahar rüzgarı gibi , ılık ılık ve hafifçe esiyor.

Tüm bunlar hep benim yüzümden oldu. Bazen bir nota , bazen bir renk ve kokuydu keşfettiğim. İnsanların kaldıramayacağını bildiğim için , dünyayı yeniden şekillendirmem gerekiyordu. Şu an bir amatörün elinden çıkmış gibi görünse de , zaman içinde daha iyisini yapacağıma inanıyorum. Ve hani şu bahsettiğim buz kalıpları var ya , sanırım denizlerin nereye kaybolduğunu şimdi anlıyorum. Böyle de güzel görünüyorlar fakat dediğim gibi üzerinde çalışmaya devam edeceğim. Peki sevgili Edgar , tüm bu anomalik durumlara rağmen neden hala konuşmuyorsun? Heykeller hiç bir zaman konuşmayacaklar mı? Tüm bu olağan dışı şeylere rağmen hala fazlasını mı istiyorum?


Bir anlamı olmayacak biliyorum.
Belki konumuzla da alakası yok. 
fakat senin de söylediğin gibi sevgili Edgar ;
Kalkıp haykırdım: "Getirsin ayrılışı bu sözlerin! 
Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan! 
Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın! 
Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan! 
Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan! " 
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."  
Oda kapımın üstünde, Pallas'ın solgun büstünde 
Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan; 
Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin 
Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan, 
O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan 
Kalkmayacak - hiçbir zaman! 

20130321

.Bulut

Güneş batmaz , yalnızca dünya döner. Fakat güneşin batışı çoktan bir romantizm olgusu olmuştur. Bence duygusallık tam olarak da budur. Gerek var mıdır diye sorarsanız , bence yoktur. Belli ki, durumu olduğu gibi görmek bazen insanların hoşuna gitmiyor. Bunun yaradılışın bir parçası olduğunu düşünenler de var. Bence insan öyle bir şey değil. Neyin eksikliğini yaşıyoruz da, iş bu hale geliyor onu açıkçası merak ediyorum. Yani durumun anlamını değiştirmek neden?

Hayal gücünüzle oynayabilirsiniz. Mesela bulutları başka şeylere benzetebilirsiniz. Bunun algıda seçicilik olduğunu bildiğiniz sürece sorun yok. Fakat bazen bunu bazı şeylerin kanıtı olarak düşünen insanlar bile görüyoruz. Kimi "allah" yazıyor diyor , kimi de "jesus". İnançsız biri olarak "Bak , Darwin yazıyor" dememin bir manası olmayacağını düşündüğüm için bu kavgaya katılmıyorum. Hayır, yeri geliyor bir penis görüyoruz. Duygularımız karşılıklı deyip geçiyorum.

Keşke böyle olmasaydık.

20130319

.Olasılık

Gerçekten danışmak için soruyorsan , kurtarılmak için yalvarıyor olabilirsin. Durmadan kendine tekrarladığın şeyler var. Cümlelere bu ben değilim diye başlıyorsun , böyle olmamalıydı diye bitiriyorsun. Çocukken aşılanmaya başlıyor , belirsizliklerin korkunç şeyler olduğu. Oysa her durum olasıdır. Her ihtimal için farklı duygulara bürünmek biraz ikiyüzlülük olmuyor mu? Onu istiyorsun ve hep onu düşünüyorsun. Hayatına gireceğinde neler olabileceğini biliyorsun. Peki değiştiğini düşünüyor musun? Kendinin bile. Bence tüm bunlara bir son ver artık.

Sana söyleyebileceğim tek bir şey var. Aşk insanı tembelleştiriyor. Sonra başka bir savaşa girmek istemiyorsun , hepsi bu. Ve dönüş yoluna koyuluyor insan. Okuduğun bir kitabı tekrar tekrar karıştırıyorsun. Mutlaka bir anlamı olmalı diye düşünüyorsun. Farklı cümlelerden seçtiğin kelimelerle başka yeni cümleler yaratıyorsun. "Galiba onu unutamıyorum".

Aynı kitabın içinde , fakat bu defa daha da karmaşık bir biçimde inanıyorsun. Ama bazı şeyleri gözardı ediyorsun. Başlangıç bir olasılıktan ibaretti. Yeniden yazdığın şey ise senin umutlarının bir yansıması. Başlangıç spontane bir durumken , şimdi kendi senaryonu karşındakine oynatmaya çalışıyorsun. Durum bu. Aklını kurcalıyor biliyorum. Bu işin matematiği yok diyorsun. Fakat matematiği kendin yaratıyorsun.

Gerçeklik , bireyin kendi gözünden gördükleri ile başlar. Güzel bir oyun yazmış da olabilirsin. Fakat perde kapandığında seni bekliyor olacak mı ? Yada oyunun ortasında , bir oyun olduğunu anlayıp gidecek mi ? En kötüsü de "bu bir oyun değil , gitme" cümlesini kuracak mısın? Gitme dediğinde , tekrar onun yazdığı oyuna dahil olacağını biliyor musun? Çünkü insanlar böyle şeylere üzülürler. En zayıf yanlarımızdan biridir bu. İstediğimiz gibi olmadığında üzüldüğümüzü düşünmek. Oysa bu da bir olasılıktır. Peki bu ihtimal için hangi bakış açısını kullanacaksın? Eğer bu savaşı da kaybedersen , tekrar başlamak daha zor olmayacak mı ?

Bence tüm bunlara bir son ver artık. İhtimaller hep vardır , belirsizlik de öyle. Fakat bunlar her an geçerli şeyler , o yüzden kendini daha fazla yorma. Yüzünü rüzgara dön ve tepeden aşağı doğru bak. Kılıcın hala kınında iken , tekrar düşün. Bu topraklar çok fazla savaşçı gördü. Kaç tanesinin adını biliyorsun? Bir daha düşün.

20130312

.Asian princess

Hazal diye bir arkadaşım var. Özünde duygusal olması ve meşhur gözlerini devirme hareketi dışında muhabbeti güzel , şahane bir arkadaşım. Bir çok ortak fikrimiz ve görüşümüz mevcut. Darwin'in doğum gününde bana mesaj atan yegane insandır. Arkadaşlığımız lise yıllarına dayanır. Önceleri beni hiç sevmezdi. Eleştirir dururdu. Gerçi bana artist diyor ama kendi de o yıllarda asi bir gençti. Benim sırf hatun tavlamak için Cumhuriyet gazetesi ile gezdiğim yıllar. Avlanma taktiğimi ilk çözen insanlardandır kendisi. Eski sevgililerimin bir çoğunu da şahsen tanıyan biridir. Gel zaman git zaman , bir dönem hiç görüşmedik. Sonra Facebook icat olunca tekrar karşılaştık. Hatta Kuşadası'na tatile bile gittik. Güldük eğlendik. İki üç senedir de sonu gelmez bir geyiğimiz var , eğleniyoruz.

Peki bunları neden mi yazıyorum? Deminden beri aslında başka bir şey yazmakla meşguldüm. Konu hastalık yada genetik bir durum dışında belirli bir kilonun üzerindeki insanlara belirli cezalar verilmesi gerektiği. Ayrıca hastalık ve genetik durum gözetmeksizin , belirli bir kilo üzerindeki insanlara evlilik ve çocuk yapma yasağı getirilmesiydi. Hatta belirli standartlar belirlenip , bu standartlara uymayan tüm çirkin , kel vb. durumda insanlara da evlilik ve çocuk yapma yasağının gelmesiydi. Bunlardan bahsedecektim fakat , yazı yazıyorum dememe rağmen Hazal hanım bana mesaj atmayı kesmedi. Yazıyorum dedim , aldırmadı. Sonra sinirlenip tüm yazdıklarımı sildim. Sonra da bunları yazdım işte. He ayrıca bu şişmanlık mevzusunun Hazal ile alakası yoktur. Kendisi hayatta kalmayı hak edecek hatunlardan biridir.

Neyse , ne anlatmak istediğim şeyi yazabildim , ne de başka bir konuyu. Özetleyecek olursak Hazal bir özge candır. İyidir hoştur. Muhabbeti güzeldir. Fakat bazen önünü alamıyoruz böyle , işler benim bloguma bile yansıyor. Heh unutmadan söyleyeyim , bir de Sena diye bir hatun var. Çok az konuşmuş olsak da , dünyanın en havalı hatunlarından biridir. Yaş biraz ufak ama hayatta kalmayı hak eden insanlardan biridir. Böyle şahsına münhasır , apayrı bir kafada , özgür bir dünyası var. Yeri gelmişken ona da ne kadar saygı duyduğumu yazayım dedim. Saygılar.

20130309

.Bina

Düzenli olarak gördüğüm bir rüya var. Daha doğrusu senede bir kere rüyama bir bina giriyor. Eski bir apartman. Oldukça da büyük. Her sene aksatmaksızın bir kere görüyorum. İlk dönemlerde harabe bir yerdi. Genelde kaçıyor olduğum durumlarda sığındığım , fakat içinde zar zor saklanabildiğim yada yıkılma tehlikesi yüzünden pek rahat edemediğim bir yerdi. Sonra içinde dolaşılabilir normal bir yer olmaya başladı.

Dün yine rüyamda o binayı gördüm. Bu denli gerçek hissettiğim bir rüya olmamıştı. Koridorları , daireleri temizlenmiş kocaman bir bina. Aynı bina , belli ki elden geçmiş. İçinde gezinirken , geçtiğim yerlerde yaşadığım olaylar geldi aklıma. Yani rüyamda önceki rüyalarımı anımsadım. Terasa çıkan merdivenlerde dolanırken , devasa camlarının eskiden kırık olduğunu düşündüm.

Sonra hiç çıkmadığım , daha doğrusu var olduğunu hatırlamadığım bahçesine çıktım. Bahçeye adım attığımda yanıma biri geldi ve anlatmaya başladı. Yapılan tadilatlardan , ekilen çimlerden. Bahçenin uzak köşesine doğru çimenlerin üzerinde biraz yürüdükten sonra binaya doğru döndük. Binanın etrafına iskeleler kurulmuş , onlarca insan çalışıyordu. Tekrar binaya doğru yürümeye başladık. Yanımdaki adam anlatmaya devam ediyordu. Tekrar binaya girdiğimizde , bina rüyanın başındaki halinden daha da yeni görünüyordu. Beşinci kattaki ana salona vardığımızda, eşyaları getirmeye başlamışlardı. Tüm bunları görünce öyle sevindim ki anlatamam.

Fakat sonra bir anda uyandım. Gözlerimi kapayıp , devam etmek için elimden geleni yaptım ama ne yazık ki uyuyamadım. Fakat bir saat kadar hayalini kurmaya devam edip , mutluluğumun birden kesilmesini engellemiş oldum. Ama o saatten beri aklımdan çıkmıyor. Bir şeyler izliyorum , başka şeylerle ilgileniyorum ama aklımın bir yanında hep orası var. Ne olacağını görmek için bir sene daha beklemem gerekiyor. Beklerim.

Neyse , paylaşmak istedim.

20130302

.Basamak

Uyanıyorsun ve hiç acelen yok.

Her ne kadar böyle devam etmesini istediğin bir durum da olsa , zaman zaman bir korku filmine giriş yapıyor gibi hissediyorsun. Anladım ki en zoru , insanın kendi ile verdiği savaş. Daha doğrusu benimsenmeme durumu insanı kendine düşürebiliyor. Fakat beni daha da üzen şey , geri adım atmayacağımı bilmek. Mahallenin serseri çocukları gibi. Dayak yiyeceklerini bilseler de girerler ya kavgaya.

Kendimi biliyor olmam , bu savaşın sonucunu da anlamsız kılıyor. Yani doğrularım bir yenilginin varlığına izin vermiyor. Karakterim için bir kazanç söz konusu olabilecekken , o da aslında nötr bir halde öylece duruyor. Sınırları kayığın kendisi kadar bir denizde kürek çekiyorum. Teknik olarak ilerlemek eylemini gerektirecek her şeyi yapıyorum. Fakat günün sonunda deniz hala kayık kadar ve ben hala aynı yerdeyim. Yani sana pastadan sunulan dilim bu kadar ve açlığını ona böldüğünde bir tokluk yaratmıyor.

Ben biliyorum ki , karanlığa kılıç sallayıp duracağım. Zaman zaman yoruluyor olsam da böyle devam edeceğine eminim. Eline ne geçecek diye sorarsanız , ben de bilmiyorum. Yani kazanacağımı zaten kazandığımı düşünüyorum. Benim denklemimdeki tek eksik , dünyanın buna hazır olmaması. Belli ki , sen kimsin be adam diye düşüneceksiniz. Fakat sizin zayıflığınız da bu , anlıyorum. Başarılı olacağımı değil , farklı olacağımı anlatmak istesem bile özünde herkes kendini bir diğerinden üstün görüyor. Sizin , sen kimsin be adam sorunuzun çıkış noktası da aslında bu. Ben yapamadım , sen ne yapacaksın ki? Bir düşünürün , düşünür damgası ile doğduğuna mı inanıyorsunuz bilmiyorum fakat durum öyle değil. Siz zannediyorsunuz ki , size bir şeyler olabilmeniz için seçenekler sunuluyor. Size sadece olabileceğiniz yani size izin verilenler dahilinde olabileceğiniz alternatifler sunuluyor. Fakat siz bunu özgürlük zannedebiliyorsunuz.

Ben iki bin nüfuslu bir sahil kasabasında yaşayan sıradan bir adamım.
Fakat düşünmek için aşılması gereken bir kriter değil bu.
"sen kimsin ki be adam?" sorusunu sormanızın nedeni ,
kendinizi çok aşağılara hapsetmiş olmanızdır.
Aslında aşılması gereken durum budur.
 
 
Copyright © Levin Kara
Tüm Hakları Saklıdır. İzinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.