20130617

.Yavaş yavaş

Bağla. Dağınık durmasın yada kaçmasın diye , dursun olduğu yerde. Fakat neyi diye sorma. Çünkü bir cevabım yok. Bu aralar her şeyin en gülünecek yerinde ağlıyorum. En ağlanacak yerinde ise kendimi aramakla geçiyor zaman.  Bulduğum şeyden de memnun değilim ya , neyse. Tek suçum, arkasına saklandığım bir bahçe duvarından yoldan geçen arabalara iğde atmaktı. Şimdilerde ise bir çok karmaşanın aranan adamıyım. Bu aralar öyle bir sıçıyorum ki kendi hayatıma , öyle ağza alınmayacak yaşıyorum ki ; ben kendimi kurtarmaktan çok uzak. Sense hala hayali bir kahramansın hayatıma girmemiş. Bir yerlerden bir sürü harfin içine atlıyorum , bir sürü sesin içine. Kulağımda kelimelere dönüşmeyen bir kalabalık. Cümlelerime "oysa" diye başlamakla kurtarabilseydim kendimi , en masum zamanlarımı bile anlatırdım sana. Fakat anlamından bile ağır geliyor konuşmak. Sonunda , bilmesinler diyorum. Gideceğimi bilmesinler. Çünkü bilse de insan , yollar durduğun yerden uzaklaşırlar hep. Kendimi deliliğe vurmuyorum , fakat benimle savaştığını da inkar etmiyorum. Ne olduysa , kendimi uçsuz bucaksız bir keşke tarlasında buldum. Ektiğim de oldu , benim için ekilenler de. Bana hep her şey güzel olacak dediler. Böylesin işte , böyle de yaşayacaksın. Hiç öyle kalamadım. Fakat dedim ya , bilmesinler. Çünkü bilmenin akıntıya ne kadar yararı var? Kimi sıcak yatağında , kimi bir savaşın ortasındaki bir molada ama herkes kendi ile savaşıyor. Ben yokum , hiç olmadım da.

Hayallerime yenik düştüm
ve gerçekler yetmez bir insanı yaşatmaya...

20130505

.Kartpostal

Kuşlar özgürlükten bihaber...

Uçmak dedi , uçmak özgürlük gibidir. Rüzgar yüzünde yumuşar , ruhun hafifler dedi. İstediğin kartpostalın bir parçası olursun. Kanatlarının altında evrenin en güzel manzarası. Anlattı da anlattı. Bir an olsun düşününce , hani kaçmak istiyor ya insan ; tek nedeni bu sanırım. Ne dersen de , bazı şeyler insana yetmiyor. Baktığın denizin renginden bile sıkılıyorsun. Bazen kuzey ışıklarını görmek istiyorsun , bazen de bir oyuncak oluyor mumun eriyen kısımları. Kahrolsun ki umutlarım var ve tek suçlusu hayallerim , hayallerimiz. Bir oyuncağın değeri bir sonrakinden , yalnızlığın değeri gibi. Fakat bu nasıl bir döngü ki, temennilerim hep uykuda ölmek üzerine kurulu. Çünkü yarının dünden farkı yok , bugün her günün aynısı. Değişiklik, üçüncü bir kolunun çıkmasıdır aslında. Baktığın denizin , ağaçların renklerinin ya da konuştuğun insanların farklılaşması bir değişiklik değildir. Zaten olasılık dahilinde yaşadığın veya yaşayacağın şeyler , ne kadar değiştirebilir ruh halini? Fakat böyle olurmuş. Sıkılıyorsan , çık dolaş.

Şimdi söyle bana , uçmak nereye kadar özgürlüktür? Sana bir karamsarlığı anlatmıyorum. Sığ bir denizde kumlara kürek sürerek ilerlemek, yaşadığım nötr durumun özeti. Yaşamasam da olasılıklar hep aklımda. En fazla nereye gidebilirim ki? Uçmak zamanla bir kestirmeden ibaret olacaksa , varmak ne kadar değişebilir? Her türlü senin yanına geleceksem , yokluğunu bulmak bana ne kadar özgürlük katabilecek? Kızıl karlar üzerinde , kuzeyin soğuğunda uçmak ne kadar yetecek? Kartpostalların arka yüzünde her zaman güzel şeyler yazmayabilir. Mevzu özlemek olduğunda , konuşmaktan kaçtığın hatta koşarak uzaklaştığın şeyden uçarak uzaklaşmak neyi değiştirecek? Kuşlar , bir portakalı elleri ile tutabilmenin hayalini kuruyorlar. Balıklar sahilde güneşlenmek istiyor. İnsanlar , hepsini birden. Uçmak bir süper güç değil , erken kalkmak gibi bir şey aslında.

Söylenecek her söz biraz klişe. Duymamaya özen gösteriyorum. Bir son sözüm de yok , aklımda bambaşka bir gezegen. Elimde değil , çünkü orada sözler de yok. Fakat yine de satırlara bölünüyorum. Bu bir yolculuk olsaydı , tenha bir istasyonda inerdim. Fakat zaman bir bütün nihayetinde. Dün , bugün ve yarın aslında hepsi bu anda. Neyse. Uçmak demiştik ya , bence çok boktan bir şey. Süslü sözlere hiç gerek yok. İnsanlık daha anne karnında ve sanırım doğacağı da yok.

20130411

.Sinirli

Gelişmeyi yanlış anladığınıza eminim. Aklınıza taktığınız sorunlar , size karakter kazandırdığını düşündüğünüz davranışlar sadece sizden daha altta olan kesimi kandırmanız için yaptığınız eylemler. Arkadaşlarım arasında milliyetçi görünmeliyim. Arkadaşlarım ne kadar hayvan sever olduğumu bilir. Bir iş görüşmesinde dünyaya ne kadar önem verdiğimi ve onu değiştirmeye hazır olduğumu göstermeliyim. Çimlere basmayınız levhası mantığı ile düşünüyorsunuz. Farkında olan adam çime basmaz. Basan adam için levhanın bir önemi yoktur. Fakat levhayı oraya koyan zihniyet, sorumluluğunu yerine getirdiğini ve bunun onu bir yere taşıdığını düşünüp durur. Düşünürsek üç çeşit insan vardır. Aptallar , Akıllılar ve kendini akıllı zannedenler. Bence sağda solda memleket kurtaran , sokak hayvanları için kendini yırtan , o olmasın bu olmasın diye koşturan insanlar ve o levhayı oraya koyanlar, kendini akıllı zannedenler grubuna girer. Bunları yapmak dünyayı değil yaşadığınız çevre içinde sonucu değiştiremeden sizi belirli konumlara taşır. Sen zannediyor musun bir köpeği evine aldın diye insanlık değişecek. Zannediyor musun ki , isminin başına TC koyunca seni ciddiye alacaklar? Seni ciddiye alacak olanlar yine isminin başına TC koyan adamlar. Bunun değişime ne faydası var? Bu, solcuların toplanıp rakı masasında birbirine sarması gibi bir şey.

Gelişmek bu değil. Gelişmek , keşfetmek demek. Yaratmak demek. Siz, size biçilen bir rolü oynuyorsunuz. Sahne sonunda paranızı alıyorsunuz fakat dünya değişmiyor. Katkınız olduğunu düşünüp sonunda değişen bir şey söyleyebilir misiniz? Bir şeylere karşı olan herhangi bir kurum, sadece kurtarabildiğini kurtarır. Hani , "ben görevimi yaptım arkadaş" mantığı var ya , insanlığı bitiren budur. Görevini yapmadın , yaptığını düşünmen için harika bir altyapı hazırlanmış. İş bu hale gelmişken üç beş bir şey kurtarmış olman , aksi bir düzeni besleyen bir çıkmazdan başka bir şey değil.

Yaptıklarınız yaşadığınız çevre içinde bir şeyleri değiştiriyor olabilir. Fakat aynı anda zıt durumlar da değişiyor. Tüm bunların yanında sakın dünyayı değiştirdiğiniz fikrine kapılmayın. Memleketi de kurtarmıyorsunuz. Ayrıca kurtarmaya çalıştığınız şeylerden memnun olanlar da var. Suçladığınız üst sınıfın dışında , doğruluğunu savunan bir alt tabaka da var. Fakat taraflar daima birbirlerini aptal olarak görürler. Aşın artık bunları yahu.

Birileri yada bir şeyler mutlaka muhtaç yaşayacaklar. İnsan olsun, hayvan olsun. Sorunlar her zaman olacaktır. Biraz da duygusuz yaşamayı bilin. Nihayetinde her şey bir olasılıktan ibaret. Mantığınızla daha ileriye gitmek varken , duygularınızla şimdide takılı kalmayın. Ben de sokakta bir hayvan gördüğüm zaman gidip seviyorum. Fakat uyutulmalarına karşı değilim. Gereksiz bir kalabalık. Fakat bunu söylerken , bunun bir sonuç olduğunu savunmuyorum. Bu hayvanların sokakta olmalarına neden olan insanların da asılması taraftarıyım. Benim matematiğim bu. Pürüzlerle uğraşmamalıyız.

Özetlersek ; düzen sağlanacaksa hayvanların yada insanların öldürülmesine karşı değilim. Tabi ki anlatmak istediğim bu olmasa da düşüncem bu. Anlatmak istediğim ise ; küçük işlerle uğraşıyorsunuz. Alay ederek , kapınızın önünü temizleyerek , isminizi değiştirerek hiç bir savaş kazanamazsınız.

20130407

.Cinayet

Biliyorsun. Bunlar aklının sana oynadığı bir oyun değil. Gece hep karanlık , gündüz ise iki yüzlüdür. Kalabalıklar saklanmak için uygundur. Ayakkabılarını temiz tutarsan , olay mahallinde özgürce dolaşabilirsin. Ve öldürmenin en güzel yolu , bunu kurbanına bırakmaktır.

Ona doğruları söyleyerek başlayabilirsin. Sonra düşünmesi için onu bir süre yalnız bırakırsın. Yediği ilk yemek sırasında çatal tutan eli titremeye başlayacaktır. Sonra düzeninde küçük değişikliklere gidecek. Hafta sonları buluştuğu arkadaşları ile daha az görüşecek , ona seni seviyorum diyen kadınları duymazdan gelmeye başlayacaktır. Banyoda kalma süresi uzayacak ve bir süre sonra zamanını banyoda oturarak geçirmeye başlayacaktır. Camdan sokağı izlerken artık sokağı değil , camın kenarındaki örümcek ağlarını görmeye başlayacak. Farkında olmadan da olsa ilaçların ve bıçakların hangi çekmecelerde durduğunu daha kolay hatırlayacaktır.

Sonra onu bir daha ziyaret edeceksin. Doğruların seni de rahatsız ettiğini ve kendini kötü hissettiğini söyleyeceksin. Tekrar onu yalnız bıraktığında , seni bir yol arkadaşı olarak görmeye başlayacak. Kendine güçlü bir güçsüz dost edindiğini düşündüğünde , bu durum onu yavaşça bir yarışın içine sürükleyecek. İnsanlar zayıftır. O kadar zayıftır ki , zayıflıklarını bile kıyaslamaya giderler. Önce ne kadar az şeye sahip olduklarını düşünüp üzülürler. Sonra sahiplenme iç güdüsü ile bunları yüceltmeye başlarlar. Kurban tüm bunları düşünmeye , sahiplendiği onca üzüntüye değer biçmeye başlar.

Son ziyaretin için oraya geri döneceksin. Senin için her şeyin bir anda iyiye gittiğinden bahsetmeye başlayacaksın. Artık huzurlu olduğunu ve kendini iyi hissettiğini söylersin. Son kez onu yalnız bıraktığında , seni değerli kıldığı onca üzüntüyü anlayamamakla suçlamaya başlayacak. Düşünceleri ne kadar kötü olursa olsun , onu yalnız bıraktığın için tüm o üzüntülerinin değeri artacak. Artık sokağa değil , pencere kenarındaki örümcek ağlarına da değil ; sadece camdaki yansımasına bakıyor olacak. Telefonlara cevap vermemeye ve eve gelen mektupları okumamaya başlayacak. Yatak odasındaki perdeleri hep kapalı tutacak. En güzeli de tüm bunları sanki hep böyle yapıyormuş gibi düşünmeye başlayacak. Artık doğruları bildiği için , yalanlarla dolu eski yaşantısına dönemeyeceğini düşünecek. Ve düşünmek ağır gelmeye başladığında iki çekmeceden birine yönelecek.

Belki de öldürmenin en güzel yolu bu değildir. Belki de sana o aptalca yalanlardan oluşan hayatından bir parçayı anlatırken , bir elinle ensesinden tutup , diğer elinle bıçağı onun kalbine saplamak daha güzel olacaktır. Çünkü o zaman bir anda tüm bu anlattıklarımı gözlerinde görebilirsin. Kanı dudağının kenarından çenesine doğru akmaya başladığında , meraklı köpekler gibi başını hafif yana eğip yüzünde bir gülümseme ile ona hoşça kal deme imkanın olur. Onu fındıklığa , diğer kurbanların yanına gömersin. Fındıklığa bakan verandada kahveni yudumlarken , elinde hala ne kadar çok yalan olduğunu düşünürsün. Ne kadar çok zamanın olduğunu.

Belki de sahip olduğun tek duygu nefrettir. Bileklerini kestiğin bir gün , mutfak tezgahının önünde çömelmiş öylece kapıdan salondaki saate bakarken ; içindeki insana küfür edip durursun. Tek tek onlarla uğraşmaktansa , kendi varlığını sonlandırarak bilincin evrende kaybolmasını seçiyorsun. Fakat üzüldüğün tek bir şey var ; onlar bunu zayıflık olarak görecekler. Hayatlarını bağışladığını bilmedikleri için , yalanlarından vazgeçmeyecekler.

Kim bilir...

20130403

.Diğerleri

Kim olduğunun bir önemi yok. Birilerine göre daha değerli olabilirsin; fakat nihayetinde sen de birisin. Zaten değeri sevgiyle ölçmem. İnsanları ihtiyaçlarıma göre sıralarım. Konuşma ihtiyacım , sevişme ihtiyacım ve azarlama ihtiyacım gibi. Bazen tüm bunları tek bir insanda bulabiliyorum. Fakat bu ona ekstra bir değer katmıyor. Galiba oldum olası böyle bir huyum var. Kendine bayılan tiplerden değilim , zira çok fazla eksiğim olduğunu düşünüyorum. Yine de dostluk kavramı , eksik olan bir şey değil. Belkide beklentilerden kaynaklanıyordur. Yeri geliyor arkadaşın bile hiç aramıyorsun diyor. Aramak gibi bir huyum da yok. Fakat sen yaptığın muhabbete , gösterdiğin ilgiye karşılık bekliyorsun. Ben bunun için yaşamıyorum.

Aklımda olmadık zamanlarda olmadık şeyler var. Hatta seninle konuşurken bile başka şeyleri düşünüyorum. Sen'den kastım siz oluyor. Kimse bunlar kesin bana yazılmış diye düşünmesin. Zira bu da bir beklenti sayılabilir. Bak , böyle bir durumda bile insan üzerine alınma ihtiyacı hissediyor. Ben bu gereksiz matematiği hayatımdan çıkarmak istiyorum. Bir çok defa bunu anlatıyorum ama içinden çıkmak mümkün değil. Bazen oturup dinliyorsun. Anlatıyor da anlatıyor. Aga sen ne anlatıyorsun demiyorum çünkü çıkarlarıma ters düşebilir. Fakat sen sevgili insanlık , neden akıl edip bu adam benim derdimi dinlemek ister mi diye düşünmüyorsun?

Aslında anlıyorum. Yani olur bunlar , yaşanır falan. Hani bir de anlattıktan sonra , seninde kafanı şişirdim kusura bakma derler ya , of anam of. Kendini bir ergenin peçetesi gibi hissedersin. Fakat bu muhabbetten iki gün sonra yine aynı şeyler yaşanmaya başlar. Aklınca anlatıp rahatlıyor. Dert dediğin kafada , senin derdin sana acıyalım istiyorsun. İşin özü bu. Bak ne kadar çok derdim var , bak neler yaşıyorum. Acıyorum ama tahmin ettiğin şekilde değil. Size tavsiyem benimle konuşmadan önce , eğer ki derdinizi falan anlatacaksanız önce bir sorun. Deyin ki ; Levin'cim , bir sıkıntım var. Seninle paylaşabilir miyim? Ben de hayır demenin keyfini yaşayayım artık. Hani durum bir kazadan çok bir cinayeti andırsın. Sen bodozlama girme , ben rahat rahat deşeyim.

20130331

.Sebep

77 model siyah bir Ford Bronco'su var. Araba dökülmek üzere. Fakat onu her gün otoyolda turlarken görebilirsin. Yolda ölmüş hayvanları toplayıp evine götürüyor. Tanrı bilir ya , kim bilir onlarla ne yapıyor. Onları yediğini iddia edenler var. Hatta görenler olmuş , fakat neye inanacağımı inanın bilmiyorum. Sadece avlanmaya meraklı olduğunu biliyorum. Arada karşılaştığımız oluyor. Suratını bir görsen , neden çok fazla insan içine çıkmadığını anlayabilirsin. Çenesinden sağ gözünün altına kadar derin bir yarası var. Ayrıca alnındaki o garip leke. Yanık izine benziyor. Fakat siyaha yakın bir rengi var. Bir de o uzun sakalları, neredeyse dizlerine değecek. Fakat doğruyu söylemek gerekirse , kimseye bir zararı olmadı. Kötü talihi , görünüşü ile başlamış olsa gerek. Bilemiyorum. Bu suçu onun işlemiş olma ihtimali var mı diye sorarsanız , kesin bir cevabım yok. Yani , görünüşü ve asosyal tavırları yüzünden onu yargılamak yanlış olacaktır. Fakat o görünüş,  insanda her şeyi yapabilecek bir izlenim de bırakmıyor değil. Fakat kapıyı çalmadan bunu öğrenemeyeceğiz değil mi ?

( Kapı çalar )
- Kim o ?
- Ben komiser Kaya , kapıyı açabilir misiniz?
- Açıyorum.

( Kapı aralanır )
- İyi akşamlar , ben komiser Kaya.
- Buyurun?
- Bizimle karakola kadar gelmeniz gerekiyor. Yaşanan bir cinayetle alakalı olarak şüpheli konumundasınız.
- Şüpheli derken?
- Cinayet yerinde arabanızı gördüğünü söyleyen bir tanığımız var.
- Benim külüstürden mi bahsediyorsunuz?
- Adı her neyse , karakola gelmeniz gerekiyor. Zorluk çıkartmazsanız sevinirim.
- Peki , ceketimi alıp geleyim.
- Bekliyoruz.

Kolay olmasına kolay oldu, fakat suçlu olduğunu var saydığımız birinin itiraz etmeden ve sorun çıkarmadan gelmeyi kabul etmesi de düşündürücü. Neyse , görgü tanığını karakola çağırın da şu işin detaylarını bir konuşalım.

- Ben hazırım , gidebiliriz.

Arabaya binip yola koyulduk. Arada bir dikiz aynasından ona bakıyordum. Doğruyu söylemek gerekirse , yüzündeki onca yara ve karmaşaya rağmen gözlerindeki o sakin bakış insanı daha da ürkütüyordu. Hiç bir şey söylemeden öylece dışarıya bakıyordu. Bir ara heyecanlandı , kafasını arka cama çevirip bir süre yola baktı.

- Ne oldu , bir şey mi gördün?
- Yoldaki ölü tilkiyi görmediniz mi ?

Bir kaç saniyeliğine yüzü düştü fakat sonra o sakin haline geri döndü. Aklımdan, ölü hayvanları toplayıp ne yaptığını sormak geçse de bunu yapmadım. Sadece bu yollarda ne kadar da çok hayvan ölüyor değil mi dedim ama cevap vermedi. Bir süre daha ilerledikten sonra karakola vardık. Görgü tanığı bizden önce gelmiş , odada oturuyordu. İçeri girdiğimizde adamı görünce birden irkildi. Şüpheli görgü tanığına doğru dönüp ;

- Merhaba
- Mm.. mm.. Merhaba.
- Korkma.

Herkes oturduktan sonra konuşmaya başladık. Görgü tanığına camdan bakıp , arabanın bu olup olmadığını bir daha düşünmesini söyledim. Camdan baktı , sonra bana dönüp kafasını salladı. Tekrar emin misiniz diye sordum , onayladı. Arabanın içindeki adamı görüp görmediğini sordum , benziyordu diye cevap verdi. Ne kadar diye sordum , oldukça dedi. Görgü tanığına dışarıda beklemesini söyledikten sonra , sanıkla konuşmaya başladım.

- Ne diyorsun?
- Ne demem gerekiyor?
- Dün gece , saat 11 ile 12 arasında neredeydin?
- Cinayet Rüzgarlı Caddesinde mi işlendi?
- Evet.
- O zaman, oradaymışım.
- Yani cinayeti işlediğini kabul mü ediyorsun?
- Evet , şaşırdınız mı ?
- Bilemiyorum , fakat bu kadar sakin olman normal mi ?
- Beni gerçekten normal mi görüyorsun?
- Ne demek istiyorsun?
- Bana nasıl baktığınızı görüyorum.
- Ne demek istiyorsun?
- Saat kaç?

Saate bakıp 8 dedim. Bir daha bakmamı söyledi. Kafamı tekrar saate çevirdiğimde saatin 12 olduğunu gördüm.

- Fakat nasıl olur? Bir kaç saniye önce 8'di.
- Ailen var mı ? Çocukların ? Hatta komşuların?
- Evet ama ne ilgisi var ?
- Bana isimlerini söyle.
- İsimleri... şey.. isimleri... nasıl hatırlamam?
- Canı sıkılınca böyle oluyor.
- Kimin canı sıkılınca?
- Levin.
- Levin de kim be adam!
- Benim.

Kapıya doğru koştum. Kapıyı açıp kendimi koridora atacaktım ki , birden kendimi bom boş bir arazinin ortasında buldum. Tökezleyip yere düştüm. Etrafıma bakındım. Hiç bir şey yoktu. Ne bir dağ , ne bir tepe. Dümdüz , yemyeşil çimenlerle kaplı bir düzlük. Sanki sonsuza kadar uzanıyordu. Herkes ortadan kaybolmuştu. Ayağa kalkıp ne oluyor diye bağırmaya başladım. Biri omzuma dokundu. Bağırdım ;

- Sen! Ne yaptın bana? Neredeyim ben?
- Doğduğumuz yerdeyiz.
- Nasıl yani ?
- Hala anlamadın değil mi?
- Hayır! Neyi anlamam gerekiyor.
- Biri bizi yazıyor.
- Yazıyor mu?
- Evet yazıyor.
- Mümkün değil , yani ben, benim. Düşüncelerim var. Konuşuyorum ya işte.

( aynı anda )
- Dikiş Makinesi!
- Biz biraz önce dikiş makinesi mi dedik?
- Evet.
- Hayır bu doğru olamaz!

( yine aynı anda )
-  Vidanjör!

Yine yaptı diye düşündüm. Artık düşünmek zorundaydım. Nedenini bilmiyorum. Aslında biliyorum. Çünkü zaten bunu da ben yazıyorum. Peki ama neden? diye sordum kendime.

- Hep bir sebep arıyoruz.
- Doğrusu da bu değil mi ?
- Bilemiyorum. Değil gibi geliyor.
- İnsan durduk yere katil olabilir mi?
- Olamaz mı?
- Durup dururken ağlayabilir mi?
- Bunu yazarken ağlıyoruz ya...
- Doğru. Fakat bir sebebi vardır mutlaka.
- Sebep neyi değiştirecek?
- Belki sorunu bulmamıza yardımcı olur ve değiştiririz?
- Teoride doğru , fakat hepimiz bunu yapamayacağımı biliyoruz?
- Neden?
- Bak , yine sordun.
- Hep aynı yere dönüyoruz değil mi?
- Aynen öyle.
- Peki neden hala yazıyorsun?
- Zaman zaman dertleşmek fena olmuyor.
- Bunu insanlarla yapsan?
- Onlar tanrılarını bile nedenlerden yaratıyor.
- Haklısın.
- Sen de...

20130327

.Edgar'la konuşmak

Neden hala sadece bakıyorsun?

Her şey sona erdi. Şehirler yıkıldı. Arabalar gökyüzünde asılı kaldı. Kuşlar için çok uygun fakat kuşlar da yok artık. Mazgallardan kırmızı bir duman yükseliyor. Ne olduğunu bilmiyorum. Dün deniz kenarına indim. Daha doğrusu , deniz olması gereken yere gittim ama yoktu. Sular ne çabuk çekildi. Sokaklar yerinde duruyor , en azından oralarda eskiden bir sokak olduğunu anlayabiliyorsun. Fakat ilginç bir şekilde ara ara bir sürü buz kalıbı var. Düzgün , köşeli ve devasa buz kalıpları. Gökyüzü hala aynı. Değişmeyen tek şey bu oldu. Bu kadar şeyin üzerine , tüm kıyamet senaryolarında olduğu gibi kararır diye düşünmüştüm fakat olmadı. Aksine bulutları bile çok nadir görüyorum. Piller de çalışmıyor olsa gerek ki, hiç bir saat zamanı saymıyor artık. Şehirdeki tüm saatçileri dolaştım , yani geriye ne kaldıysa işte. Çalışmıyorlar. Arada bir kedileri görür gibi oluyorum fakat bir şekilde yeniden kayboluyorlar. Eskiden gittiğimiz parkı hatırlıyor musun? Hastanenin hemen yanında , belediye binasının karşısındaki. Orada artık bir kaya parçası büyüyor. Başlarda gökyüzünden düşmüş bir taş olduğunu düşünürdüm. Fakat zamanla çok büyüdü. Hatta o kadar büyüdü ki , üzerine tırmanıp bakmak istersen çok uzakları görebiliyorsun. Ama uzaklar da aynı artık.

Bugün günlerden cumartesi. Daha doğrusu , tüm bunlar başladığında cumartesiydi. O günden beri , kara bir cumartesini yaşıyorum. Mutlu olduğum anlar da olmuyor değil. Zira hep hayalini kurduğum bir şeydi , herkesin bir anda kaybolması. Hah , bu arada çiçekler artık renkli değil. Artık tüm yapraklar şeffaf. Fakat formlarını hala hissedebiliyorsun. Değişik bir duygu. Rüzgar da ben merkezli esiyor artık. Ne yöne dönersem döneyim hep yüzüme doğru vuruyor. İnsanın ağzında bir bahar tadı bırakıyor. Zira aynen bir bahar rüzgarı gibi , ılık ılık ve hafifçe esiyor.

Tüm bunlar hep benim yüzümden oldu. Bazen bir nota , bazen bir renk ve kokuydu keşfettiğim. İnsanların kaldıramayacağını bildiğim için , dünyayı yeniden şekillendirmem gerekiyordu. Şu an bir amatörün elinden çıkmış gibi görünse de , zaman içinde daha iyisini yapacağıma inanıyorum. Ve hani şu bahsettiğim buz kalıpları var ya , sanırım denizlerin nereye kaybolduğunu şimdi anlıyorum. Böyle de güzel görünüyorlar fakat dediğim gibi üzerinde çalışmaya devam edeceğim. Peki sevgili Edgar , tüm bu anomalik durumlara rağmen neden hala konuşmuyorsun? Heykeller hiç bir zaman konuşmayacaklar mı? Tüm bu olağan dışı şeylere rağmen hala fazlasını mı istiyorum?


Bir anlamı olmayacak biliyorum.
Belki konumuzla da alakası yok. 
fakat senin de söylediğin gibi sevgili Edgar ;
Kalkıp haykırdım: "Getirsin ayrılışı bu sözlerin! 
Rüzgârlara dön yeniden, ölüm kıyısına uzan! 
Hatıra bırakma sakın, bir tüyün bile kalmasın! 
Dağıtma yalnızlığımı! Bırak beni, git kapımdan! 
Yüreğimden çek gaganı, çıkar artık, git kapımdan! " 
Dedi Kuzgun: "Hiçbir zaman."  
Oda kapımın üstünde, Pallas'ın solgun büstünde 
Oturmakta, oturmakta Kuzgun hiç kıpırdamadan; 
Hayal kuran bir iblisin gözleriyle derin derin 
Bakarken yansıyor koyu gölgesi o tahtalardan, 
O gölgede yüzen ruhum kurtulup da tahtalardan 
Kalkmayacak - hiçbir zaman! 

20130321

.Bulut

Güneş batmaz , yalnızca dünya döner. Fakat güneşin batışı çoktan bir romantizm olgusu olmuştur. Bence duygusallık tam olarak da budur. Gerek var mıdır diye sorarsanız , bence yoktur. Belli ki, durumu olduğu gibi görmek bazen insanların hoşuna gitmiyor. Bunun yaradılışın bir parçası olduğunu düşünenler de var. Bence insan öyle bir şey değil. Neyin eksikliğini yaşıyoruz da, iş bu hale geliyor onu açıkçası merak ediyorum. Yani durumun anlamını değiştirmek neden?

Hayal gücünüzle oynayabilirsiniz. Mesela bulutları başka şeylere benzetebilirsiniz. Bunun algıda seçicilik olduğunu bildiğiniz sürece sorun yok. Fakat bazen bunu bazı şeylerin kanıtı olarak düşünen insanlar bile görüyoruz. Kimi "allah" yazıyor diyor , kimi de "jesus". İnançsız biri olarak "Bak , Darwin yazıyor" dememin bir manası olmayacağını düşündüğüm için bu kavgaya katılmıyorum. Hayır, yeri geliyor bir penis görüyoruz. Duygularımız karşılıklı deyip geçiyorum.

Keşke böyle olmasaydık.

20130319

.Olasılık

Gerçekten danışmak için soruyorsan , kurtarılmak için yalvarıyor olabilirsin. Durmadan kendine tekrarladığın şeyler var. Cümlelere bu ben değilim diye başlıyorsun , böyle olmamalıydı diye bitiriyorsun. Çocukken aşılanmaya başlıyor , belirsizliklerin korkunç şeyler olduğu. Oysa her durum olasıdır. Her ihtimal için farklı duygulara bürünmek biraz ikiyüzlülük olmuyor mu? Onu istiyorsun ve hep onu düşünüyorsun. Hayatına gireceğinde neler olabileceğini biliyorsun. Peki değiştiğini düşünüyor musun? Kendinin bile. Bence tüm bunlara bir son ver artık.

Sana söyleyebileceğim tek bir şey var. Aşk insanı tembelleştiriyor. Sonra başka bir savaşa girmek istemiyorsun , hepsi bu. Ve dönüş yoluna koyuluyor insan. Okuduğun bir kitabı tekrar tekrar karıştırıyorsun. Mutlaka bir anlamı olmalı diye düşünüyorsun. Farklı cümlelerden seçtiğin kelimelerle başka yeni cümleler yaratıyorsun. "Galiba onu unutamıyorum".

Aynı kitabın içinde , fakat bu defa daha da karmaşık bir biçimde inanıyorsun. Ama bazı şeyleri gözardı ediyorsun. Başlangıç bir olasılıktan ibaretti. Yeniden yazdığın şey ise senin umutlarının bir yansıması. Başlangıç spontane bir durumken , şimdi kendi senaryonu karşındakine oynatmaya çalışıyorsun. Durum bu. Aklını kurcalıyor biliyorum. Bu işin matematiği yok diyorsun. Fakat matematiği kendin yaratıyorsun.

Gerçeklik , bireyin kendi gözünden gördükleri ile başlar. Güzel bir oyun yazmış da olabilirsin. Fakat perde kapandığında seni bekliyor olacak mı ? Yada oyunun ortasında , bir oyun olduğunu anlayıp gidecek mi ? En kötüsü de "bu bir oyun değil , gitme" cümlesini kuracak mısın? Gitme dediğinde , tekrar onun yazdığı oyuna dahil olacağını biliyor musun? Çünkü insanlar böyle şeylere üzülürler. En zayıf yanlarımızdan biridir bu. İstediğimiz gibi olmadığında üzüldüğümüzü düşünmek. Oysa bu da bir olasılıktır. Peki bu ihtimal için hangi bakış açısını kullanacaksın? Eğer bu savaşı da kaybedersen , tekrar başlamak daha zor olmayacak mı ?

Bence tüm bunlara bir son ver artık. İhtimaller hep vardır , belirsizlik de öyle. Fakat bunlar her an geçerli şeyler , o yüzden kendini daha fazla yorma. Yüzünü rüzgara dön ve tepeden aşağı doğru bak. Kılıcın hala kınında iken , tekrar düşün. Bu topraklar çok fazla savaşçı gördü. Kaç tanesinin adını biliyorsun? Bir daha düşün.

20130312

.Asian princess

Hazal diye bir arkadaşım var. Özünde duygusal olması ve meşhur gözlerini devirme hareketi dışında muhabbeti güzel , şahane bir arkadaşım. Bir çok ortak fikrimiz ve görüşümüz mevcut. Darwin'in doğum gününde bana mesaj atan yegane insandır. Arkadaşlığımız lise yıllarına dayanır. Önceleri beni hiç sevmezdi. Eleştirir dururdu. Gerçi bana artist diyor ama kendi de o yıllarda asi bir gençti. Benim sırf hatun tavlamak için Cumhuriyet gazetesi ile gezdiğim yıllar. Avlanma taktiğimi ilk çözen insanlardandır kendisi. Eski sevgililerimin bir çoğunu da şahsen tanıyan biridir. Gel zaman git zaman , bir dönem hiç görüşmedik. Sonra Facebook icat olunca tekrar karşılaştık. Hatta Kuşadası'na tatile bile gittik. Güldük eğlendik. İki üç senedir de sonu gelmez bir geyiğimiz var , eğleniyoruz.

Peki bunları neden mi yazıyorum? Deminden beri aslında başka bir şey yazmakla meşguldüm. Konu hastalık yada genetik bir durum dışında belirli bir kilonun üzerindeki insanlara belirli cezalar verilmesi gerektiği. Ayrıca hastalık ve genetik durum gözetmeksizin , belirli bir kilo üzerindeki insanlara evlilik ve çocuk yapma yasağı getirilmesiydi. Hatta belirli standartlar belirlenip , bu standartlara uymayan tüm çirkin , kel vb. durumda insanlara da evlilik ve çocuk yapma yasağının gelmesiydi. Bunlardan bahsedecektim fakat , yazı yazıyorum dememe rağmen Hazal hanım bana mesaj atmayı kesmedi. Yazıyorum dedim , aldırmadı. Sonra sinirlenip tüm yazdıklarımı sildim. Sonra da bunları yazdım işte. He ayrıca bu şişmanlık mevzusunun Hazal ile alakası yoktur. Kendisi hayatta kalmayı hak edecek hatunlardan biridir.

Neyse , ne anlatmak istediğim şeyi yazabildim , ne de başka bir konuyu. Özetleyecek olursak Hazal bir özge candır. İyidir hoştur. Muhabbeti güzeldir. Fakat bazen önünü alamıyoruz böyle , işler benim bloguma bile yansıyor. Heh unutmadan söyleyeyim , bir de Sena diye bir hatun var. Çok az konuşmuş olsak da , dünyanın en havalı hatunlarından biridir. Yaş biraz ufak ama hayatta kalmayı hak eden insanlardan biridir. Böyle şahsına münhasır , apayrı bir kafada , özgür bir dünyası var. Yeri gelmişken ona da ne kadar saygı duyduğumu yazayım dedim. Saygılar.
 
 
Copyright © Levin Kara
Tüm Hakları Saklıdır. İzinsiz kopyalanması ve kullanılması yasaktır.